Günaydın Gezginler Kültür Tarih Gurme Doğa Fotoğraf Gezi

Edirne (Etap 1)

Facebooktwitterrsstumblrinstagramflickr

Hacı Adil Bey Çeşmesi

Bizim gibi Ankara’da yaşayanlar için çok uzak topraklardır Trakya. Ama gezgine her yol yakın öyle değil mi? Teknoloji sayesinde, internette yer alan uydu programlarına hedeflediğimiz noktaları işaretleyip Trakya’nın göz bebeği, Osmanlı tarihinin yüzyıllık başkenti, hala Makedon rüzgarı esen Edirne’nin sokaklarında kaybolmak hedefiyle çıktık yola. Ankara – Çorlu uçak seferlerinin yeniden başladığını duyar duymaz bilet aldık. 1 saatten biraz fazla bir uçuşla Çorlu Havaalanı’na, 1,5 TL lik bir belediye otobüs yolculuğuyla da 20 dakikada Çorlu merkezine ulaştım. Yani aslında Kızılay-Eryaman gibi bir yolculuk zamanında Trakya topraklarına adım atabiliyorsunuz.

Çorlu’da edindiğimiz araç ve bana eşlik eden Tekirdağlı Sinem ve Funda’nın yol rehberliği sayesinde, Edirne yalnızca 1 buçuk saat mesafede. Sabah erkenden yollara düştük. Çiğdem (Ayçiçeği) tarlalarının boylu boyunca uzandığı Trakya topraklarını geçerek Yunanistan sınırındaki hazinemiz Edirne’ye ulaştık. İlk hedefimiz 1923 Lozan Barışı ile topraklarımıza katılan sınır yerleşimimiz Karaağaç’ta Meriç kıyısında güzel bir kahvaltı yapmak.

Karaağaç (Küçük Paris)

DSC00560DSC00488

1873 yılında yapılan demiryolu ve tren istasyonu sayesinde, gerek turizmin artması gerekse yerel nüfusun artması ile bu küçük kasaba, bir merkez haline gelmiş. Konut, okul, banka, postane, konaklama ve eğlence tesislerinin de artmasının yolunu açmış. Ermeni, Rum, Fransız, İtalyan, Alman, Bulgar kilise ve okulları faaliyet gösteriyormuş. Edirne konsoloslarının ve ileri gelenlerin yazlık evlerine ev sahipliği yapmış. Demiryolu yolcuları sayesinde, konaklayacak oteller, lokantalar, sinema, dans salonu, kafe ve eğlence yerleri artmış, Edirne’nin eğlence merkezi haline gelmiş. Bu nedenle Karaağaç, “Küçük Paris” olarak anılırmış. Ancak birçok şehrimizde olduğu gibi mübadele sonrasında bu renkli görüntüye veda etmiş.

Nehir ve Köprülerle çevrili Edirne’de şehrin merkezinden Karaağaç’a geçmek için Tunca ve Meriç Köprüleri‘ni geçiyorsunuz. Tarihi köprüleri geçince sizi solda eski karakol, karşınızda ise tarihi çeşme karşılıyor.  Hemen sağda, manzarası Meriç Köprüsü olan “Emirgan” da oturmaya karar veriyoruz.

DSC00516

Fırından yeni çekilmiş gobit ekmekler eşliğinde mis kokan domateslerle hazırlanmış bir menemen ve serpme kahvaltı, aç karnına çıktığımız yolculuğumuza hazırlıyor bizi. Miskince kurulduğumuz sofradan kalkıp, balkan çizgileri taşıyan abla ve abilerle vedalaşıp, Karaağaç’ın meşhur ağaçlık yolundan, Karaağaç’ın içinde yer alan Lozan Anıtı ve Tren garına devam ediyoruz. Yemyeşil ağaçların arasından yavaş yavaş tarihi evler karşımıza çıkmaya başlıyor. Eskiden kilise olduğunu saklamayan birkaç bina ve ardından buranın bir sayfiye yeri olduğunu açıkça belli eden geleneksel kahvehaneler. Yunanistan sınırına yalnızca 3 km uzaklıkta olduğumuz bu yerde yolun sonunda Tren garına ulaşıyoruz. Şimdiki kullanımıyla Trakya Üniversitesi Rektörlük binası. Hemen yanında ise Lozan Anıtı

DSC00531DSC00522Tren Garı, 1913-1914 yıllarında Mimar Kemaleddin Bey tarafından Sirkeci Garı örnek alınarak yapılmış. Hemen arkasında bir kara tren duruyor. Önünde ise güzel bir konak örneği. Bol bol fotoğraflamalısınız.

1923 yılında imzalanan Lozan Antlaşması, Türk ulusunun bağımsızlık zaferini ve dünya barışını temsil eder. Müzede inceleyebileceğiniz belge, fotoğraf ve kitaplar yer alıyor. Hemen girişindeki Anıt Cafe ise, kapısındaki dilek ağacı ve çalan müzikleriyle farklı bir atmosfer oluşturmuş. Oturmak isterdik ama daha yeni kahvaltıdan kalkmıştık. Bir dahaki sefere.

Karaağaç’tan Pazarkule yönüne gidecek vaktiniz olursa, Dr Bahattin Öğütmen Konağı‘nı (aynı zamanda Dr. Saadet Yardım Konağı olarak da anılır) ziyaret etmenizi tavsiye ediyoruz. Valiliğin girişimleri ile kapsamlı bir onarım çalışması geçirmiş bu konakta kalem işleri gerçekten göz alıcı.

DSC00562

Artık Karaağaç’tan ayrılma zamanı. Sırada Şükrü Paşa Tepesi, Anıtı , ardından Kırkpınar alanının da bulunduğu Sarayiçi var.

Karaağaç’tan çıkıp Meriç ve Tunca köprülerini yeniden geçerek Edirne tarafına atıyoruz kendimizi. şehrin kuzeyini keşfetmeden önce bir noktamız daha var. Sveti Konstantin – Elena Kilisesi

Tunca nehrini de geçer geçmez sağdaki nehir yolunu takip ederek 700 metre sonra sağda suyun içine battı batacak gibi görünen Kasımpaşa Camisi‘ni görebilirsiniz. Camiden 300 metre sonra solda kilise bulunuyor ancak önce demiryolundan geçmeniz gerekiyor. o da 400 metre sonra.

Adını I. Konstantin ve annesi Helena’dan alan Sveti Konstantin – Elena Kilisesi, Kirişhane Mahallesi’nde yer alan bir Bulgar kilisesi. 1869 yılında 7 aydan daha az bir zamanda Doğu Ortodoks mimarisine uygun çizgilerle inşa edilmiştir.
20. yüzyıla kadar ibadete açık olan kilise, göçler nedeniyle cemaatini kaybetmiş. Bulgaristan hükümetinin katkılarıyla restore edilerek 2008 yılında dönemin Bulgar başbakanı Sergey Stanişev ve Türk Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın katılımıyla ziyarete açılmış. Fotoğraflardan sonra Şükrü Paşa Anıtı’na doğru yola koyuluyoruz. Tepeyi bulmak hiç zor değil. Edirne’nin verici direkleriyle kaplı en yüksek tepesi ve kime sorsanız bilecekleri sayılı adreslerden biri.

uzun

Şükrü Paşa Tepesi, Şükrü Paşa Anıtı ve Balkan Müzesi

Edirne’nin en yüksek noktası olan bu tepe aynı zamanda Kıyık Tabya olarak geçiyor. 1913 Balkan Savaşı’nda Edirne savunmasına adını yazan Şükrü Paşa ve diğer şehitler anısına, büyük anıtı, ayrıca dönemi konu mankenleri ve detaylı açıklamalarıyla anlatan Balkan Savaşı Müzesini, rahatlıkla gezebilmeniz için bir yürüyüş rotası oluşturulmuş. 54. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı girişimleri sayesinde düzenlenen ve 2000 yılından beri ziyarete açık olan müzeyi detaylı incelemek isterseniz birkaç saatinizi ayırmanız gerekebilir. Giriş ücreti yok. Yalnızca tugaydan olsa gerek, otoparkta aracımızı park edince asker kimlik bırakmamızı istedi. İyi nöbetler dileyip gezimizi biraz da gevşekten alarak, Edirne manzarası eşliğinde anıttaki ziyaretimizi tamamladık.

DSC00584

Vakit kaybetmeden Sarayiçi’ne gitmek için yola koyulduk. Şehrin kuzeyinde yer alan alana giderken, Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı “Er Meydanı”ndan geçiyorsunuz. Stat gibi düzenlenmiş bu yere ise Kanuni Köprüsü’nden geçerek ulaşıyorsunuz. Zaten tabelalar sizi hemen karşılıyor. Kırkpınar alanının bulunduğu yerde araçtan indiğimizde, Güreş alanının yanında sıralı “ağa” heykelleri, karşımızda Adalet Kasrı ve solumuzda koca bir anıt çınar göreceksiniz. Anıt Ağacın künyesinde şöyle der;

“Anıt ağaç”

“26 Mart 1913 günü teslim olan Edirne Kalesi’nin er ve subayları, tutsak kaldıkları burada, açlıktan, ağaç kabuklarını yediler. Ruhları Şad Olsun.”

Yaşadığımız o yoğun hüzünden, yiğitlerimize olan şükran duygularından birazcık koparabildiğimizde kendimizi, ağacın her yerine atılmış bira şişeleri ve çöpler yüzünden tüm duygularımız nefrete dönüştü. Böyle zihniyetlerden hayatı arındırmanın bir yolu olsa keşke. Uygun bir zamanda yetkililere rahatsızlığımızı dile getirmek fikriyle diğer yapılara doğru yöneliyoruz.

“Kırkpınar Güreşleri”

DSC00581Orhan Gazi’nin 1346 Rumeli seferi sırasında, oğlu Süleyman Paşa son olarak 40 askerle Domuzhisarı’nı ele geçirirler. Tüm hisarlar ele geçirilince, 40 kişilik öncü birlik geri döner. Sefer sırasında gruptaki askerler, mola verdikleri her yerde güreşe tutuşurlar, bu birlikten iki yiğidin tutuştukları güreşte ise bir türlü kazanan olmaz. Bir Hıdrellez gününde, Ahırköy çayırında, aynı çift yeniden güreşe tutuşur. Öyle bir güreştir ki sabahtan geceye, saatlerce sürer, sonunda solukları kesilir ve orada can verirler. Arkadaşları da onları bir incir ağacı altına gömer.

Yılllar sonra bu iki yiğidin mezarına gelen arkadaşları, burada akan gür bir pınar görürler. Halk orada yatanların “Kırklardan” (ermiş) olduğuna inanır. Yöreyi Kırkpınar diye adlandırır. Bir söylenceye göre de, oraya ayak basanlar 40 kişi olduklarından adı Kırkpınar kalmış. Zamanla gelenekselleşmiş ve Kırkpınar Yağlı güreşlerine dönüşmüştür.

 Her sene Haziran ayı sonu Temmuz ayı başında Edirne’de düzenlenen güreşler, 4 gün sürer.

Konu ile ilgili detaylı bir müze gezmek isterseniz, Kaleiçinde Kırkpınar Kültür Evi yer alır. Yüzlerce yıllık geleneğimiz ve ünlü pehlivanlar Kel Aliço, Koca Yusuf ve Kurtdereli hakkında bilgi alabilirsiniz.
 

Artık Sarayiçi’ne geçme zamanı. Solumuzda Anıt Ağaç, Sağımızda er meydanı, tam karşımızdaki Adalet Kasrı’yla başlar yapılar.

Sarayiçi (Edirne Yeni Saray- Saray-ı Cedid-i Amire)

DSC00628Adalet Kasrı: Sarayın ayakta kalan en önemli ve sağlam kısmı “Adalet Kasrı” adıyla anılan kuledir. 1561 yılında yapılan bu kule, zemin dahil 4 kat olarak yapılmış ve üst katında fıskiyeli havuz var. Kuleli olan bu yapının Topkapı Sarayı’na benzerliğinin sebebi, kulelerin ve yapı eklemelerinin Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmaları. Topkapı Sarayı ikinci avlusundaki Divan-ı Hümayun bölümünün olduğu “Külahlı Kule” burada da aynı amaçla, Divan toplantısı (Bakanlar Kurulu toplantısı) için kullanılmış.

Adalet Kasrı’nın yanından yoldan devam ettiğinizde tarihi Fatih Köprüsü’nü geçerek Saraylar kısmına ulaşıyorsunuz. Fatih Köprüsü’nden arabayla geçiş var ancak otobüs söz konusu değil.

Saray-ı Atik (Eski Saray) Sultan 1. Murat tarafından 1365 yılında inşaatı tamamlanmış, Sultan 1. Murat’ın yaptırdığı saray yetersiz kalınca, yeni sarayın yapımına Sultan 2. Murat tarafından başlanmış ve Fatih Sultan Mehmet döneminde 1451 yılında tamamlanmıştır.

DSC00597Bir zamanlar Osmanlı’nın en güzel mimari eserleri ve yapılarına ev sahipliği yapan Edirne’de saraylar da diğer birçok eser gibi savaşlar, yangınlar ve tahribatlara yenik düşmüş. Çoğunun yeri bile henüz bulunamamış. Ancak Yeni Saray, yani Saray-ı Cedid-i Amire, geride kalan birkaç yapıyla bizlere dönemle ilgili ipuçları veriyor. Sarayın bulunduğu bölge, Sarayiçi olarak anılıyor. Sarayın ilk inşası, II.Murat’ın saltanatı döneminde (1450) başlıyor. Fatih Sultan Mehmet döneminde ise büyük eklemelerle oldukça geniş bir alana yayılıyor.

Çeşitli olaylardan, özellikle Rus Savaşı bombardımanlarından sonra geriye kalan yapılar şu şekilde sıralanıyor girişte yer alan tabelada. Matbah-ı Amire, Bab-üs Saade, Cihannüma Kasrı, Kum Kasrı Hamamı, Adalet Kasrı, Fatih Köprüsü, Kanuni Köprüsü, Şehabettin Paşa Köprüsü, IV Mehmet Av Köşkü, Su Maksemi, Namazgahlı Çeşme, Arz Odası, tavuk ormanı ve Has Bahçe.

117 oda, 21 Divanhane, 18 hamam, 8 mescit, 17 kapı, 13 koğuş, 4 kiler, 5 mutfak, 17 kasır ve 6 köprüsü bulunan sarayın nüfusunun 40.000 civarında olduğu düşünülüyormuş. Alanda şuan Bahçeşehir Üniversitesi tarafından kazılar sürdürülüyor.

O arada sabuncu bir abinin rengarenk meyveler şeklinde düzenlenmiş sabun tezgahına dadanıyoruz. Biliyoruz ki çarşılar her zaman turistik tarife uygular. Orta boy bir sabun sepetinden  5 TL’den 3-5 tane alıp çarşıda karşılaşacağımız fiyatları merakla beklemeye başlıyoruz. Çarşıları yazımızın ikinci bölümüne saklıyoruz.

DSC00613Sarayiçi geniş bir alan. Fatih Köprüsü’nden geçtiğiniz noktada tam karşıda tek sağlam bina olan hamamı göreceksiniz. Hemen sağınızda ise Şehitlik yer alıyor.  Şehitlik sizi sağında ve solunda, İstiklal Marşı kıtaları ile karşılıyor. Anıtın bulunduğu alanı çevreleyen duvarlar şehitlerimizin isimleriyle dolu. Kim bilir. Belki bizim dedemizin de ismi geçiyordur orada. Gururla…

Söylentiye göre, sessiz bir günde şehitliğin arkasındaki vadide şehitlerimizin sesi gelirmiş zaman zaman…

Az önce “tavuk ormanı” ndan bahsetmiştik değil mi? Atlamayalım. Rivayete göre şuan yalnızca 60 hektarlık kalan ormanlık alanın çok daha büyük olduğu dönemlerde burada yetiştirilen binlerce tavuğun yumurtası, horasan harcında kullanılır, tavuk etleri ise yakın noktalardaki  askeri bölgelere gönderilirmiş. Tavuk ormanı olarak anılan yerde şuan IV. Murat döneminden kalan “Bülbül Köşkü”nün bir kısmı bulunuyor. Kır kahvesi’nde bir Türk Kahvesi içebilirsiniz. (Av Köşkü Kır Kahvesi)

Tabelalardaki bilgileri okuduktan sonra, arabamıza binip, geçtiğimiz Fatih Köprüsü yerine II. Beyazıt Köprüsü’ne yani batıya doğru ilerliyoruz. Tunca Nehri’ni solunuzda takip ederseniz karışık yollara girmeden, 1,5 km sonra II. Beyazıt Külliyesi’ne ulaşırsınız.

DSC006342. Beyazıt Külliyesi (2. Beyazıt Camisi ve diğer yapı grupları)

Sultan 2. Beyazıt tarafından 1484 – 1488 yılları arasında yaptırılmış olan külliye içerisinde tıp medresesi, darüşşifa (hastane), ilaç deposu, tabhane (misafirhane), poliklinik, personel odaları, özel diyet mutfağı, hamam, imaret (aş evi), mutfak, erzak depoları ve cami gibi yapılar bulunuyor. Saray mimarı olan Mimar Hayrettin tarafından yapılmıştır. Darüşşifa sonraki yıllarda sadece ruh ve sinir hastalıklarının müzik, su sesi ve güzel kokularla tedavisi için kullanılmış. Bu bakımdan aynı Amasya’daki Darüşşifa’ya (Bimarhane’ye) benziyor. Aralarındaki fark Amasya Bimarhanesi yaklaşık 150 yıl daha eskidir, Amasya Bimarhane’sinde güzel koku yöntemi ile tedavi yoktu. Edirne Darüşşifa’sı günümüzde Sağlık Müzesi olarak hizmet veriyor.

İşte şimdi o güzelim eser Selimiye’yi bir de kuzeyden görüntüleme zamanı. Külliyeden çıkıyoruz. Bizi tarihin derinliklerine çeken II.Beyazıt ve Yalnızgöz köprülerinden geçerken, o 500 metrelik Tunca Nehri geçişinde, Edirne’nin yüzlerce yıllık tarihine doğru şehre giriyoruz yeniden. Karşımızda Selimiye, Üç Şerefeli Cami, Eski Cami…

DSC00636

(Şehir Merkezi II.Bölüm yakında)

Facebooktwitterrsstumblrinstagramflickr

Bu yazı Günaydın Gezginler© tarafından hazırlanmıştır. Marka tescilimiz bulunmakta, fotoğraf ve yazılarımız telif hakkı taşımaktadır. Alıntı veya kopyalama yapılması durumunda referans olarak Günaydın Gezginler ismi ve sitemize bağlantı verilmesi gerekmektedir. E-posta adresimiz gunaydingezginler@hotmail.com

Bir cevap yazın